Her başlangıcın
bir sonu var mıdır? Ya da her son bir başlangıç mıdır? Bu soruları cevaplayabilmemiz
için her şeyin en başına dönmemiz gerekiyor. Big Bang Teorisi, yani büyük
patlama, bir diğer deyişle dünyanın başlangıcı.
1920’li yıllarda fizikçi ve matematikçi
Alexander Friedmann ve matematikçi astronom Georges Lemaitre tarafından ortaya atılan
bu teori, çeşitli bilimsel kanıtlarla desteklendiğinden büyük oranda kabul görmüştür.
Teoriyi kabul etmeyenler de olmuştur ama hala dünyanın
düz olduğunu savunan insanlar varken bu teoriyi kabul etmeyenlere çok da
şaşırmamak gerek.
Teoriye göre evren, 13 milyar 780 milyon yıl
önce; günümüzde "big bang" dediğimiz ancak o zamanlarda “ilk atom hipotezi” adı
verilen bu olay sonucunda oluştu.
Şu an evrende gözlemlediğimiz her şey aslında
başta bir üzüm tanesi kadar küçük bir alana sıkışmıştı. Yani evrendeki her şey
çok sıcak ve çok yoğun olan bu küçüklüğün içindeydi. Uzay, evren ve zaman gibi kavramlar bu patlamayla
birlikte şu küçücük üzüm tanesinin kapladığı alandan oluştu.
Teorinin adına büyük patlama diyoruz ama aslında ortada hayal ettiğimiz
gibi büyüük bir patlama yok. Hatta bir patlama da yok. Örneğin bir bomba,
patlama anında merkezden dışarıya doğru çok miktarda şarapnel parçasını ve
patlamanın oluşturduğu enerjiyi yayar.
Big bang teorisinde ise olay bundan biraz
farklı gerçekleşir. Elimizde çok yoğun ve çok yüksek sıcaklıkta bir madde vardı,
bu madde de bir bomba gibi patladı ve bir enerji yaydı.
“O zaman bunun bir bomba patlamasında ne
farkı var?” diye düşünebilirsiniz. İşte önemli kısım burası; bu patlamayı
normal bir kimyasal patlamadan ayıran şey; patlama esnasında etrafa herhangi
bir şeyin saçılmamasıydı. Zaten “etraf” dediğimiz kavram bu olayla birlikte oluştu.
Aslında büyük patlama hafızalarımızda canlandırdığımız gibi bir yerde var oluş
olayından çok, mekan olarak tanımladığımız “uzay-zaman” ikileminin oluştuğu
olaydır. Yani, big bang; bir patlamadan ziyade, uzayın genişlemesidir. Çünkü, büyük
patlama dediğimiz olay uzayın içinde yaşanmadı. Zaten uzay, büyük patlamayla
birlikte oluştu.
Big bang teorisine göre evren sürekli genişlemekte. Bu videoyu izlemeye başladığınız andan şu ana kadar geçen sürede daha da büyük bir evrende yaşamaya başladınız. Başladınız çünkü evrendeki her şey durmaksızın hareket halinde. Bu videoyu izlerken sabit bir şekilde oturduğunuzu sanıyorsanız, yanılıyorsunuz. Çünkü bir yıldızın etrafında 30 km/sn hızla dönen bir gezegenin üzerinde yaşıyorsunuz. Ayrıca bu gezegen de kendi etrafında yaklaşık olarak 400 m/sn hızla dönmekte. Ve bu gezegenin etrafında döndüğü yıldız bir galaksinin merkezinde 250 km/sn hızla dönmekte. Yani bu karmaşık olan döngüyü kısaca özetleyecek olursak, bu videoyu izlemeye başladığınız andan beri evren içinde yaklaşık olarak 360.000 km yol aldınız. Dünyanın çevresi 40.075 km olduğuna göre bu da demek oluyor ki evrenin genişlemesi sayesinde dünyanın etrafında ortalama olarak 9 kez tur attınız.
Evrendeki bu genişleme 1929 yılında Edwin Hubble tarafından
o dönemin en gelişmiş teleskobuyla gözlemsel olarak da keşfedildi. Hubble da galaksilerin big bang teorisinde olduğu gibi birbirinden uzaklaştığını
gözlemledi.
“Nasıl yani şimdi galaksiler sürekli
birbirinden uzaklaşıyor mu?” Aynen öyle, bunu şöyle modelleyebiliriz; bir balon
düşünün ve şişirmeden önce iki ayrı noktayı bir kalem yardımıyla işaretleyin.
Daha sonra bu balonu şişirmek için üflediğinizde ve üflemeye devam ettiğiniz her
saniyede bu iki noktanın sürekli olarak birbirinden uzaklaştığını göreceksiniz.
Sonsuza kadar değil tabii ki, balon patlayana kadar. Pekii, bu modellemeyi
evrene indirgersek; bizim balonumuz ne zaman patlar? Yani evren ve dolayısıyla
dünyamız ne zaman son bulur? Bu soruya bilim insanları “mevcut fizik
bilgimizle muhtemelen 6 milyar yıl sonra evren yok olacak” cevabını verseler de
evrenin nasıl yok olacağına dair birkaç farklı senaryo sunuyorlar;
Bunlardan ilki, büyük donma; adından da
anlaşılacağı üzere bu teori; termodinamiğe yani “ısı devinim bilimine”
dayanıyor. Fakat aklınıza hemen, evrenin çok yüksek sıcaklıklarda kavrulması falan
gelmesin çünkü bu teoriye göre evrenin sonunu getirecek şey, ısı
farklılıklarının ölümü. Açıkçası bu kulağa daha az ürkütücü gibi gelse de yanıp
kavrulmaktan daha kötü bir senaryo çünkü hayattaki her şey ısı farklılıkları sayesinde
var olabiliyor.
Örneğin
yediğimiz besinler, güneş ve dünya arasındaki ısı farklından dolayı varlığını sürdürebiliyor. Ya da bitkilerin fotosentez yapıp oksijen üretebilmesi Güneş’ten
gelen ışınların Dünyamız’dan daha sıcak olmasıyla sağlanıyor. Ve bu sayede de
bizim gibi oksijene muhtaç canlılar bu oksijenden faydalanıyor. Bir an için “Dünya’nın da güneş
kadar sıcak olduğunu düşünsenize? Ya da Güneş’in de dünya kadar soğuk olduğunu.”
İkinci teorimizin adı büyük çöküş, bu teoriyi az önce verdiğim balon örneğiyle açıklarsak ortaya şöyle bir olay dizisi çıkar: Balonu şişirdikçe; noktaların yani, galaksilerin sürekli birbirinden uzaklaştığını söylemiştik peki bu uzaklaşma sonsuza kadar sürebilir mi? Ya da, ya bu balon bu kadar şişkinliği kaldıramayıp bir gün tamamen sönerse? Yani ya bir gün başlangıçta anlattığım üzüm tanesinin kapladığı alan kadar küçülürsek? İşte bu teori tam da bundan bahsediyor. Evet Büyük Patlamayla genişledik ama Büyük çöküş ile tamamen küçülebiliriz.
Bilim insanları evrenin sonu ile ilgili benzer
birkaç teori daha ortaya atsa da asıl önemli olan şey bunların birer teori ve
paradigma olduğunu unutmamak. Paradigma, bilim insanlarının dünyaya olan bakış
açılarını şekillendirmek için kullandıkları görüşlere denir. Yani bu görüşler
her bilimsel gelişmede değişebilir ve dönüşebilir. Bir sabah uyandığınızda
“Evren’in sonu şöyle gelecek, böyle bittik; şöyle mahvolduk” gibi cümleler
duymanız çok muhtemel. Ama önemli olan bunlara inanmadan önce konunun bilimsel
yönünü ve dayanaklarını araştırmanız ve bunların birer teori olup; paradigma
özelliğini taşıdığını unutmamanız.
Hatta size; bundan 194 yıl önce sorulmuş ve
büyük kitlelerce merak uyandırmış bir soruyu sorayım: “Sizce geceleri gökyüzü
neden karanlıktır?” -“Çok basit aslında, gündüzleri dünyamızı güneş
aydınlatıyor. Geceleri de güneş olmadığı için gökyüzü karanlıktır.” Aslında
cevap bu kadar basit değil, 1826 yılında Heinrich Olbers diye bir adam
yayınladığı makalede “Eğer evrende sonsuz sayıda yıldız varsa, onlardan gelen
ışığın da geceleri gökyüzünü aydınlatması gerekir.” demiştir. Fakat hesaba
katmadığı ve o dönemde keşfedilemeyen bir şey vardır; sürekli olarak genişleyen
bir evrende kırmızıya kayma nedeniyle bir enerji kaybı vardır ve yıldızların da
evren gibi belirli bir ömrü vardır. Yani evren sürekli genişlediği ve bir
enerji kaybı olduğu için geceleri gökyüzüne baktığımızda aydınlık değil de
karanlık bir manzarayla karşılaşırız.
Videonun başında sorduğum soruya geri dönelim
“her başlangıcın bir sonu var mıdır?” bu sorunun cevabı başlangıçtaki şeyin ne
olduğuna göre değişir. Örneğin sonunun var olduğunu sorguladığımız şey evrense,
fiziksel ve bilimsel olarak bir sonunun olduğu varsayılıyor. Ama bir duygu gibi
nicelik bakımından yani 5 duyu organımızla algılayamadığımız şeylerin bir sonu
var mıdır diye sorarsak? İşte bu sorunun cevabı sorunun öznesine ve cevaplayan
kişiye göre değişiklik gösteriyor. Örneğin sizce, anne sevgisi gibi soyut bir
duygunun bir sonu var mıdır?
Aslında bi bakıma bu video da bu kanalın ve aynı zamanda benim başlangıcım, bu başlangıç bir son getirir mi ya da daha doğrusu ne zaman getirir bunu da zaman gösterir…..
0 Yorumlar